Yollar
yürüdüm, çoğu kimsenin farkına bile varmadığı. Sular içtim, çoğunluğun asla
tadamayacağı. İnsanlar tanıdım, çoğusunun hiçbir zaman yakınından bile
geçemeyeceği.
Sofralar kuruldu, muhabbetler
edildi. İnsanlık insanlığıyla gurur duydu. Vakitler geldi geçti. Bir yola
çıkmıştım bir vakitler, yanımda en güvendiklerimle. Yol bitmedi, ne güven kaldı
ne birlikte yürüyen. Bir zamanlar bir büyüğüm: “Berk Can yolda bulduklarını
yola çıktıklarına değişirsen, hem yolunu hem yoldaşlarını kaybedersin” demişti.
İlginçtir ki, Yolda bulduklarım yaren oldu yola da, yola çıktıklarım nedense
koyup gittiler yarı yolda.
Neyse…
İsyan sayılmasın ikinci girizgah, yoktur
böyle bir derdim. Gelen hoş gelir, giden hoş gider, başka da cümle kurulmaz
kimsenin ardından bu gönülde. Şimdi deyivereyim birkaç hoş kelam.
Dediler ki; yol var yürünmeli. Dedim
ki; yürüyelim! Böyle başladı işte hikaye…
Önce vakit Ardahan'a vurdu; öyle
insanlara çıktı ki sokaklar, insanlık içimde uyandı. Uyandı da içim insanlığa
sığamadı. Zulmü gördü, merhameti gördü de gözlerinden akan hiçbir yaşa engel
olamadı gönül. O nasıl bir soğuktu, o nasıl bir sıcaklıktı. Soğuk diyarda sıcak
gönüllerle ısınırmış insanlar işte orada öğrendim. Öğrendim de zulme karşı dik
durdum mu? ALLAH nasip etsin. Geçti vakit Ardahan’da sonra dağlar denizlere
geçit verdi yol Artvin'e ulaştı.
Ey Artvin! Evliya'nın: “… kahve
ikram ettiler fakat fincanı koyacak düz yer bulamadık” diye Seyahatnamesinde tasvir ettiği şehir; sana düz cümleler kurulmaz ki şimdi. Senin gibi yükselmeli
her kelime, o da şimdi biz Can'a büyük gelir. İyisi mi ben sana cümleler
kurmayayım, senin insanlarının insanlıklarıyla gözlerimden yaşlarımı akıtayım.
Sonra sonra, yol varır sandık düz
bir diyara, gittik ha gittik… Vardık mı? Düzeni tertibi göz yaşartan
temizliğiyle alkış tutturulacak bir diyar eline uzandık. Acısını gördük,
tatlısını mı, (hmm) diyelim onu da tattık. Çokça çayını içtik. İçtik ha içtik,
bir de baba elin öptük tabi… Ne mi gördük? Göz alabildiğinde yeşil, yel
savurabildiğine rüzgar, ıslanabileceğimiz kadarına yağmur, içebileceğimiz kadar
mavi ve daha bir nice çalışkanlık ve dahasında bir nice hasret… Ardından..,
Yol yine yol, durmak bilmezmiş sen durmazsan
yol. Gittik ha gittik yine ve vardık Mavisini Bordosuna katmış bir şehre. Şehir
de şehir hani, bir yerlisini değil sonradan göçeni de benzetmiş kendisine. Bordosundan
mıdır, mavisinden mi bilinmez; inadı inat cümlesinin. Sözleri bir, erleri yiğit
hatunları daha da yiğit bir memleket. Misafirperverlikleri mi? Benim öylesine
eşsiz bir kelimem yok heybemde.
İkinci neyse…
Böyle böyle, böylesinden biraz da
öyle derken vakit dönüşe geldi. Dönüş oldu da, insanın iç parçası gittiği
gördüğü yerde kalırmış. O ne yollardı öyle, sağı dağ solu yar. O ne insanlardı
öyle sağı can solu aşk… Nasıl güzelsin sen Ey memleket toprağı, her yanın bir
mozaik parçası… Ne güzelsin sen Anadolu, her insanın gönlünde evlat sevgisi ve
insanlığa merhamet dolu…
Gezmek
görmek tanış olmak lazım, hem tanış olmak hem bir olmak hem işi kolay kılmak
lazım.
Bekleme sevgili okuyan, kalk ayağa,
senden farklı gördüğün her diyara adım at. Eminim ki sen de göreceksin, her
farklılıkta senden bir parça.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder