19 Mart 2018 Pazartesi

Kimliğe Dair

Bu dünyanın tüm serüveni, hemen hemen doğumla başlar. Doğduğumuz an artık bir kimlik edinmişizdir kendimize -elbette yasal olarak. Ancak edindiğimiz kimlik hakikaten bize mi aittir Yoksa ailemizden komşularımıza kadar bütün bir çevremiz tarafından mı bize atfedilmiştir?

            Bana göre, içine doğduğumuz dünya aslında bize kimliğimizi verili olarak sunar. Bu kimlik ister istemez çevremizdeki her şeyin belli bir oranda bize işlemesiyle oluşur. Buradaysa çok anlamlı bir soru karşımıza çıkar; insan aslına mı çeker yoksa eğitimle değişebilir mi?
            Benim bakış açıma göre insanın kimliği (burada kimlikten kastettiğim davranışlarından aldığı kararlarına, hayat tarzından giyim tarzına kadar her şeyi kapsayan bir yapıdır) öncelikle aslına çeker. Tabi buradaki asıl, bütün bir ailenin ilk kuşaklarından gelen genetik aktarımları da kapsamaktadır. Bu minvalde de aslında doğduğumuz andan itibaren atalarımızdan gelen devasa bir kimlik ağıyla donanırız. O doğum anından sonra da -az sonra yapacağım tahminler öz aileleriyle birlikte büyüyen çocuklar için olacaktır- içine doğduğumuz dünyanın bize empoze ettiği normlarla büyümeye başlarız. Elbette ilk dozumuzu bizi dünyaya getiren insanlardan yani ailemizden alırız (burada dünyaya getiren insan elbette ki annedir fakat doğum anından sonra bütün bir aile kendi normlarını bize empoze etmektedir). O zaman basit bir mantıksal formül çıkarımında bulunursam, ilk kuşak atalarımdan bu yana gelen bir gen aktarımıyla birlikte dünyaya gelen ben, dünyaya dair ilk normlarım ailem tarafından empoze edildiği zamanda kaçınılmaz olarak aslıma çekeceğim. Çünkü gen yapımdan, dünyaya dair edindiğim fikirlere kadar her şey aslıma yani kendi ailesel bağlamıma ait olacak (Elbette eğitim de daha sonra kafamdaki düşüncelerimi etkileyecektir ancak yine de aslımın bana miras olarak bıraktığı o kimliği değiştirme lüksümün olacağını düşünmüyorum).
            Böylelikle de toplum tarafından o kimlikle tanınacağım; Adnan’nın oğlu, Şule’nin kızı, Mustafa’nın torunu, Ayşe’nin torunu… Bu kimlik bana ayriyeten ekstra görevler de yükleyecek, Şule’nin kızı olarak Şule’ye dair izler barındırmam gerekecek ve o izler dışına çıktığımda çok yüksek ihtimalle toplumsal baskılamaya uğrayacağım. Örneğin; “He o mu? O bizim Adnan yok mu onun oğlu. Aynı babası gibi çok yardım sever.” Böyle bir diyalog geçtiğinde benim için sorun olmayacak. Ancak aynı diyalog benim bir insana yardım etmediğim an şu şekle bürünecek: “Vah vah vah, tüh tüh tüh… O bizim Adnan’ın oğlu yok mu? -eee…?- -İşte o şu insana yardım etmemiş. Ne kadar ayıp… Bu çocuk evden ayrılınca bozuldu. Bizim Adnan hiç öyle kötü bir insan değildi oysaki.”
            Babamın yardım sever olması nedeniyle bir insana -sebebi ne olursa olsun, yardım etmemiş ya da edememiş olman nedeniyle bir anda ‘kötü insan’ damgası yeme olasılığıyla karşı karşıya kalmış olacağım.
            Sonuç olarak, gen ve kültür aktarımıyla kendi aslına çekmesen bile toplum baskısıyla o asla çekmek zorunda kalacaksın. Bu minvalde de bence insan kendisine has bir kimlik edinmeyi başaramayacak bu sebeple de ona sunulan kimlikle yaşamak zorunda kalacaktır.    
            Selam siz nefes almanın hakkını veren insanların üzerine olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder