3 Eylül 2016 Cumartesi

Amman ki

Yıldızlar arası bir yolculuk bu çektiğimiz gece. Ne nefesi kalır seneye ne sesi… Bir hasret davası türkümüz ve Yunusça “gelmedik dava için” sözümüz… Dünyanın en karanlık olduğu vakitlerde, hayatların ölüme koşması kaçınılmaz bir gerekçe. Haysiyet bir derin tencere ve sokaklarda aç kalmış onlarca hatta fazlaca insanoğlu…

İşte geliyor karanlığın ilk saatleri… En derin müjdeler sanki şimdi söylenecek gibi… Bir derin hüzün vakti gökyüzü. Karanlık, netameli, ıssız, tedirgin ve bulutlu…
Bir hikâye düşer gönlüme. Yazmak isteği delice… Sevda seli ve hazan baharları çarpar kalbimde.  Hangi kelam, söyler yalnızlık şarkısını? Ve delice ve asi bir mayıs akşamı, ağlar mı bir deli yolcuya?
Karanlık bir geceydi. Sinsi düşman her yanı tutmuş artık yaşamak bile kocaman bir çileden ibaretti. Doğum anında kodluyorlardı seni ve ölene kadar alacağın nefesin bile onların koydukları kotaya bağlanıyordu. İnsanlık çilesi bitmek tükenmek bilmeyen bir teknoloji yarışına girmiş ve bu yarışın sonunda açılan savaşlar, sözde küreselleşmiş sorunlar bütün hayatın sonu olmuştu. Geride kalanlar son evresini yaşıyordu artık yaşamanın. Sadece basit bir zihinsel muharebeden ibaretti algıları. Bedenleri kodlanma anında bağlanıyordu son derece lüks yataklara ve yaşam izni verilmiyordu canlı organizmalara. Hayatı ya dört köşeli ya daire biçiminde ekranlardan izliyorlar ve aslında asırlarca yapılması unutulmuş tek eylemi yapıyorlardı: “Düşünmek”
Öykü böyle başlasa sonu gelir mi acaba? Nasıl anlatılır devamı?  Ya da daha basit bir şekilde mi giriş yapılmalı olaylara?
Hemen tatlı su kaynağının yanında kurulmuş, az yaşayanın bulunduğu herkesin birbirini tanıdığı deniz manzaralı bir dağ eteğine kurulmuş köydü UBAA. Kurucuları oldukça donanımlılardı aslında. En azından kapitalist ve emperyalist dünyada… Şimdi ise kendi yaşamlarını kurmak için kaçmışlardı Çanakkale’nin ıssız yamaçlarına. Tertemiz oksijen havada ve eşsiz manzara karşında dört kafadar ve onlara her daim destek vermeye söz vermiş kadınları… Önce dört barınak tatlı su kenarına… Ardından ekip biçmek için ark açılır dört bir yana.
Gibi bir hayalin eşsiz olacak hikâyesi mi anlatılsa? Ya da aslında çok daha derin mevzuular var akılda.
Kubbeli bir taş yapı… Dört tarafı bağlar ve bahçelerle çevrili… Bir de minik kulübelerle bezeli etrafı… Bir tarafta mükemmel bir eğitim yuvası… Bir tarafta o eğitimlerin hayatlara uygulanmasının pratik tasvirleri… Kocaman bir aşk ve idealin hikâyesi… Nefesler tutulmuş bazen ihanetin pençesi… Bazen dostluğun en samimi hali… Koca yürekli insanların masum yüreklere ulaşmasının sözleri…
Ne kadar karışık bir aklım var bu aralar. Ne yazsam ne çizsem binlerce hayal... Lakin dökülmüyor yazılara. Hayal olarak kalmasından korktuğumdan mı? Yoksa hayalini bile artık kuramadığımdan mı? Yazmak olay söylemek kolay olmuş. Sır mı tutamıyorum ne bu hava? Acıktım. En iyisi atıştırmak birkaç lokma… Uyku? Onu da bilmiyorum. Ağırlaşıyorum nedensizce. Kendimde bile değilim ki.

Nereye gidiyorum be Can? Hadi yetsin bu gece. Susmak gerek dile. Dil sussun ki gönül konuşsun seve isteye göre bile… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder