Yıldızlar arası bir yolculuk bu
çektiğimiz gece. Ne nefesi kalır seneye ne sesi… Bir hasret davası türkümüz ve
Yunusça “gelmedik dava için” sözümüz… Dünyanın en karanlık olduğu vakitlerde,
hayatların ölüme koşması kaçınılmaz bir gerekçe. Haysiyet bir derin tencere ve
sokaklarda aç kalmış onlarca hatta fazlaca insanoğlu…
İşte geliyor karanlığın ilk
saatleri… En derin müjdeler sanki şimdi söylenecek gibi… Bir derin hüzün vakti
gökyüzü. Karanlık, netameli, ıssız, tedirgin ve bulutlu…
Bir hikâye düşer gönlüme. Yazmak
isteği delice… Sevda seli ve hazan baharları çarpar kalbimde. Hangi kelam, söyler yalnızlık şarkısını? Ve
delice ve asi bir mayıs akşamı, ağlar mı bir deli yolcuya?
Karanlık bir geceydi. Sinsi
düşman her yanı tutmuş artık yaşamak bile kocaman bir çileden ibaretti. Doğum
anında kodluyorlardı seni ve ölene kadar alacağın nefesin bile onların
koydukları kotaya bağlanıyordu. İnsanlık çilesi bitmek tükenmek bilmeyen bir
teknoloji yarışına girmiş ve bu yarışın sonunda açılan savaşlar, sözde
küreselleşmiş sorunlar bütün hayatın sonu olmuştu. Geride kalanlar son evresini
yaşıyordu artık yaşamanın. Sadece basit bir zihinsel muharebeden ibaretti
algıları. Bedenleri kodlanma anında bağlanıyordu son derece lüks yataklara ve
yaşam izni verilmiyordu canlı organizmalara. Hayatı ya dört köşeli ya daire
biçiminde ekranlardan izliyorlar ve aslında asırlarca yapılması unutulmuş tek
eylemi yapıyorlardı: “Düşünmek”
Öykü böyle başlasa sonu gelir mi
acaba? Nasıl anlatılır devamı? Ya da
daha basit bir şekilde mi giriş yapılmalı olaylara?
Hemen tatlı su kaynağının yanında
kurulmuş, az yaşayanın bulunduğu herkesin birbirini tanıdığı deniz manzaralı
bir dağ eteğine kurulmuş köydü UBAA. Kurucuları oldukça donanımlılardı aslında.
En azından kapitalist ve emperyalist dünyada… Şimdi ise kendi yaşamlarını
kurmak için kaçmışlardı Çanakkale’nin ıssız yamaçlarına. Tertemiz oksijen
havada ve eşsiz manzara karşında dört kafadar ve onlara her daim destek vermeye
söz vermiş kadınları… Önce dört barınak tatlı su kenarına… Ardından ekip biçmek
için ark açılır dört bir yana.
Gibi bir hayalin eşsiz olacak
hikâyesi mi anlatılsa? Ya da aslında çok daha derin mevzuular var akılda.
Kubbeli bir taş yapı… Dört tarafı
bağlar ve bahçelerle çevrili… Bir de minik kulübelerle bezeli etrafı… Bir
tarafta mükemmel bir eğitim yuvası… Bir tarafta o eğitimlerin hayatlara
uygulanmasının pratik tasvirleri… Kocaman bir aşk ve idealin hikâyesi… Nefesler
tutulmuş bazen ihanetin pençesi… Bazen dostluğun en samimi hali… Koca yürekli
insanların masum yüreklere ulaşmasının sözleri…
Ne kadar karışık bir aklım var bu
aralar. Ne yazsam ne çizsem binlerce hayal... Lakin dökülmüyor yazılara. Hayal
olarak kalmasından korktuğumdan mı? Yoksa hayalini bile artık kuramadığımdan
mı? Yazmak olay söylemek kolay olmuş. Sır mı tutamıyorum ne bu hava? Acıktım.
En iyisi atıştırmak birkaç lokma… Uyku? Onu da bilmiyorum. Ağırlaşıyorum
nedensizce. Kendimde bile değilim ki.
Nereye gidiyorum be Can? Hadi
yetsin bu gece. Susmak gerek dile. Dil sussun ki gönül konuşsun seve isteye göre
bile…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder