Doktorun “gözünüz aydın, bir oğlunuz” oldu seslenişiyle daldığı yerden çıkan adam göz yaşlarına hâkim olamadı. Sevinçten damlayan göz yaşları birden bir başka söyleyişin etkisinde çok ani bir hüzne yerini bıraktı: “Maalesef ki karınızın durumu kritik, arkadaşlar hâlâ ameliyattalar…”
Heyecanlı bekleyiş yerini tedirginliğe bıraktı. Ortalık buz
kesti. Adam her anında yanında olan en yakın dostunun ona sarılmasıyla
bacaklarındaki dermanın tükendiğini anladı ve kendisini bıraktı. “Çaresizlik
böyle bir şey olsa gerek” diye düşündü içinden, dile dökmek istedi, kelimeler
boğazında düğümlendi. Sözler sese dönüşemedikçe ağrı oldu yutağına saplandı.
Nefesinin kesildiğini hissetti. Neden sonra tükürükler eşliğinde
mırıldanırcasına bir sesle dostuna seslendi: “ya ona bir şey olursa?”
Dostu ne kadar teskin etmek isterse istesin o da aynı ses
krizini yaşıyordu. “Merak etme o çok güçlüdür, ona hiçbir şey olmaz” demek
istiyordu istemesine lakin sözler bir türlü sese dönüşmüyordu.
Biraz sonra bir hemşire kucağında sarışın, masmavi gözleri
olan nokta burunlu bir oğlanla geldi: “Efendim tebrik ederim, oğlunuz çok
sağlıklı.” Adam hüznün, kederin ve tedirgin bekleyişin mahzunluğuyla “o oo
oğlum bu mu?” diye sorabildi.
O sırada bir doktor yaklaştı, hemşire daha cevap veremeden
söze girdi: “Başınız sağ olsun…” Adam olduğu yere yıkıldı. Kafasına milyarlarca
düşünce aynı anda hücum etmeye başladı. Arkasında milyarlarcası daha alnındaki
damarlarda bekliyordu sanki. Düşüncelere odaklanamıyordu, duyduğu şeyin
gerçekliğine inanmak istemiyordu. Üstünü başını yırtmak, parçalamak istiyordu
ama kollarında derman bulamıyordu. Sanki bütün hikâyesi orada bitmişti…
Oysa bizim hikâyemiz tam olarak burada başlayacaktı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder