Heybeti kendisinden büyük dağlar gibiydi
Kimi zaman dünyanın en sert rüzgarlarının
estiği terk edilmiş bir şehre
Kimi zamansa piknik yapılası kırlara
çocuklarla dolu bahçelere benzerdi
“Elif”i ilk kez ondan öğrenmiştim
Tıpkı ev işi el işlerini öğrendiğim gibi
Kadim medeniyetlerin -benim hayal
gücümde- vücut giymiş haliydi
Ulu Türk boylarının Kağanlarıyla
Hakanlarıyla bütünleşmişti içimde
Ve sonra şairin dediği gibi bindi güzel bir ata
O güzel insan da …
İşte öyle pek değerli okuyanım. Noktalamasız bir söyleyiş bu
başladığım. Çünkü hayat gibi bir solukta okunmasını istedim cümlelerimin. Ki bir
solukta yazmasam bu cümleleri hiçbir zaman diyemeyecektim.
Şimdi dedim, uzak geçmişe şimdiden seslendim. Geç kalmadan
soluk dahi almadan dedim. Duygularım ayyukta bu ara ve kendilerini bir çocuk
heyecanı ile sallamaktayım gençliğimin salıncağında.
Ne dersin heybetli dağları andıran adam, kadim medeniyetlerin
tasviri, çocukluk masallarımın en bilge karakteri, sence bu sefer sevmeyi/sevilmeyi
becerebiliyor muyum? Biliyorum biliyorum… Zaman gösterecek onun cevabını elbet.
Onu deme de söyle alışabildin mi gittiğin yere? Alıştıysan eğer dikmeye başla
elma ağaçlarını oralara çünkü geldiğim zaman elmalı sohbetlerimiz için mutlaka
başının etini yiyeceğim. Şimdilik görüşene kadar sana huzurlu dinlenmeler
diliyorum elma ağaçlı yasemin kokulu o güzel bahçende …
Kalan tüm değerlerimize bolca selam bolca hasret bolca dua…
Sessiz, sakin ve sosyal mesafeli öperim ellerinizden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder