26 Mart 2020 Perşembe

Onların Hikayesi - Bölüm 4


Ekibin kafası soru işaretleriyle doluydu. Can Hoca tahmin ettikleri gibi Berk Can olabilir miydi? Eğer öyleyse bu nasıl mümkün olabilirdi? Eğer o değilse Can Hoca kimdi ve Hamza onun asistanı olarak niçin gelmişti? Yoksa konak yerine saldıran adamın bir oyunu muydu bu?

Bu sorular herkesin aklından anlaşmışçasına ortak bir şekilde geçerken kimse konuşamıyordu. Herkes kendini toplamak için Hamza’nın ikram ettiği sıcak çorbayı içmeye koyuldu. Çorbanın karınlarını doyurması ve dinlenmiş olmanın verdiği enerjiyle Hamza’ya sorular yağdırmaya başladılar. Her soruya tek tek cevap vermek yerine Hamza olan biteni başladı anlatmaya: “Bir gün Can Hoca beni yanına çağırdı ‘Ayşenur’a iki doğum günüdür çözmesi için bilmeceli hediyeler gönderiyorum. Az önce bilmecenin son parçasını da yolladım. Ona tek başına gelmesini söyledim. Ancak eminim ki tek başına gelmeyecektir. Bütün ekibi toplar o. Bu yüzden ötekilerin dikkatini çekeceklerdir. Şimdi ülkeye geri dönüp onları takip edeceksin. Sağ salim buraya gelmeleri senin görevin. Ancak hiçbir şekilde benden haber alıncaya kadar kendini belli etme. Yoksa hem kendi hayatını hem onların hayatını tehlikeye sokarsın.’ Bunları söyledikten sonra bana talimatlar içeren bir kâğıt verdi. Alnımdan öptü. ‘Kolay gelsin evlat!’ dedi. Sonra ben de ülkeye gelerek Ayşenur Hanım’ın hazırlıklarını izledim. Sizi toplamasından yola çıkışınıza kadar olan tüm süreçlerden beridir sizin birkaç adım arkanızdaydım. Ta ki geminiz alabora olana kadar. Bunu fark ettiğimde çok geç olmuştu. Siz çoktan gemiyi terk etmiştiniz. Geminizin battığını haber vermek için Ana adayla iletişime geçtim. Can Hoca acilen sizinle iletişime geçmemi ve sizi Ana adaya ulaştırmamı istedi. Ancak sizin nerede olduğunuzu bilmiyordum. Derken denizde demir bir sandık fark ettim. Önce onu çıkardım battığı yerden. Sonra sandığın biraz ilerisinde Utku ve Selahattin Bey’in oldukları kayığı fark ettim. Kendilerinden geçmişlerdi. Onları en yakın kara parçasına çıkartmak için gemiye alacaktım ki, düşman gemilerden birisi -ki muhtemelen sizin geminin batmasına da sebep olan- üzerime ateş açtı. Ardından silahımı, gemideki kayıktan iki küreği, demir sandığı ve iletişim için gerekli cihazı alıp Selahattin ve Utku Bey’in kayığına bindim. Ardından harita çalışmalarımdan hatırladığım en yakın kara parçasına doğru kürek çektim. Sonra Utku ve Selahattin Bey’i kıyıda bırakıp -sadece Can Hoca’nın yakınında olanları bildiği- ada ajanını aramaya başladım, ki hepiniz kendisiyle tanıştınız: ‘Çaki’. Onu bulmak hayli zor oldu. Neyse bulduktan sonra kıyıya döndüm ancak Utku ve Selahattin Bey çoktan gitmişlerdi. Ardından bir süre sizleri aradım. Sanırım Çaki Ayşenur Hanım’ı birkaç kere buldu ancak beni görünce kaçtığı için asla sizi yakalayamadım.”  

Akansel bunca bilginin verdiği hışımla sordu: “Peki Utku ve Selahattin’den bir iz buldun mu çatışma gününde?” Hamza bir perdeyi aralayarak: “Selahattin ve Utku Bey buradalar. Onlara sanrı gösteren ve karşı tarafın zihnini kilitleyerek karşıdakini etkisiz hale getiren o iğrenç iğnelerden saplamışlar. Tahminimce Selahattin Bey de Utku Bey de sadece halüsinasyon görmeye başladılar ve sonunda kendilerinden geçip bayıldılar. Biz de Çaki’yle o sırada bağrışmaları duyduk ve o yöne doğru geliyorduk. Sizin saklanmak için bir yöne kaçtığınızı fark ettik. Sanırım adamlar sizi arıyorlardı. Tam o sırada Çaki karşılarına çıktı. O onları oyalarken ben ateş ettim. Silah seslerini duyunca -tehdidin boyutunu fark edemediklerin olsa gerek- kaçtılar. Ardından Selahattin ve Utku Bey’i buraya taşıdık. Ben onlarla ilgilenirken Çaki sizi aramaya koyuldu. Sonunda da hep beraber buraya geldiniz.”

Hamza konuşurken Alperen’le Akansel, Utku’yla Selahattin’in yanına giderek derin bir oh çektiler. Ayşenur’la Kübra da çok rahatlamışlardı. Bu sırada biraz soluklanma imkânı bulan Hamza neden sonra devam etti: “Açıkçası size saldıranlar sizin kim olduğunuzu biliyorlardı. Can Hoca’nın tahmininizden çok daha fazla düşmanı var. Aslında bu düşmanlardan çoğu çok uzun zamandır sizlerin peşindeler. Neyse geri kalan sorularınızın cevabını sanırım Can Hoca vermeli. Şimdilik burada güvendeyiz ancak haberleşme cihazım gemiden kaçarken parçalandığı için nerede olduğumuza, ne yaşadığımıza dair hiçbir şeyi Ana adaya haber veremiyorum. Biraz dinlenin ve diğerleri de kendilerine geldiğinde bir plan yapmaya çalışırız.” Sonra Hamza mağaranın dışına çıktı ve nöbet tutmaya başladı.

Bu sırada Selahattin kendine geldi. Şaşkın şaşkın etrafına baktı. Alperen hemen su verdi. Önce sakinleştirdi ve olanı biteni ona da anlattı. Utku hala kendine gelememişti. Herkes yeni öğrendiği bilgileri hazmetmeye çalışıyordu. Hamza’nın anlattıkları gerçek olabilir miydi? Peki her şey gerçekse bile bu adadan nasıl kurtulacaklardı? Onlar bu sorular içinde yüzerken Utku da kendine geldi ve o da olup biteni dinledikten sonra Hamza’ya: “Abisi, buradan ana ada ne kadar uzaklıkta?” diye sordu. Hamza: “Tam teçhizatlı bir gemiyle birkaç gün sürer.  Kayıkla muhtemelen yolu kaybederiz. Kaybetmesek bile kesin yakalanırız.” şeklinde Utku’nun ne söylemek istediğini anlamışçasına cevap verdi. Bütün düşüncelerin yolu kapanırken güneş de yine yerini dolunaya bırakıyordu. Bu sırada Çaki mağaranın yakınında bir tepeden denizi seyreden Ayşenur’un yanına geldi ve usulca oturdu. Ayşenur Çaki’nin nasıl bu kadar uysal ve bir ajan olacak kadar eğitimli olduğunu merak ediyordu. Ama soracak ne yer ne de zamandı. Ay ışığına bakarak: “Hadi abi! Ne olur bul artık bizi…” diye geçirdi içinden. Çaki Ayşenur’un iç sesini duymuş gibi ulumaya benzeyen bir ses çıkarttı. Sonra ay ışığı, derin bir sessizlik ve gece…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder