Üçüncü
günün güneşi doğarken, uykusuz gözlerle, umut dolu bakışlarla çıktılar
yola. İlerlediler. Bir arı kovanına rast
geldiler önce. Sonra kovanı nasıl ağaçtan alacaklarına karar verdiler. Türlü
türlü olaylardan sonra bir su birikintisine rastladılar ötede. Üçüncü gün epey bereketliydi.
Sudan içtiler, baldan yediler güçlerini geri kazanmaya başladılar. Ardından konak
alanına döndüler.
Tüm
gün planlar yaptılar. Su kaynağının oraya taşınacaklardı. Hayvan avlayabilmek
için silah yapacaklardı. Korunaklı bir barınak inşa etmek de öncelikleri
arasındaydı. Bu arada arkada kalan arkadaşlarının geleceklerinden emindiler ya
da emin olmak istediler. Umutlarını güçlendirdiler ve başladılar çalışmaya.
Kübra’yla Akansel yeni konak yerinde bir barınak inşa edeceklerdi. Alperen ile
Ayşenur da kıyıdan eşyaları taşıyacaklardı. Karınca gibi çalışıyorlardı. Bu
arada kıyıya bir sandık daha vurmuştu. Demirden bir sandıktı. Bir anda
mutluluktan havaya uçtular. Çünkü bu kıyıya vuran sandık yiyecekleri
sakladıkları sandıklardan birisiydi. Alperen’le Ayşenur sandığı denizin
kenarından alıp kıyıya getirdi. Tek sorun sandığı taşımak çok meşakkatli
olacaktı. Ayşenur’un aklına bir fikir geldi. Yuvarlanabilecek iki tane kalası
demir sandığın altına koyup sandığı ittirerek taşımaya koyuldular.
Demir
sandığı gördükleri zaman Akansel’le Kübra da sevinçten havalara uçtu. Resmen
savaş kazanmış askerlerin ifadesi vardı hepsinin yüzünde. Alperen’le Ayşenur
tekrar sahile döndüler. Geri kalan eşyaları da yavaş yavaş taşıdılar. Bu sırada
Kübra’yla Akansel de önce barınağı inşa edecekleri alanın etrafına çukur
kazmaya başladılar. Gece olası tehlikelerden korunmak için aldıkları basit bir
önlemdi bu. Çukurun arka tarafına da çit örmeyi planladılar. Bir de su ihtiyacı
için birikintinin olduğu yerden yokuş aşağı bir kanal yapacaklardı. Böylelikle
sürekli su için gidip gelmeleri gerekmeyecekti. Kazdıkları çukur daire şeklinde
olacak ve iki büyük ağacı da içine alacaktı. Bu ağaçlar gerektiği zaman
gözetleme yapmak için kullanılabilirdi. Ancak ağaçlara tırmanabilen
hayvanlardan korunmak adına da bir sistem geliştirmeleri gerekecekti.
Ayşenur’la Alperen de Akansel’le Kübra’ya katıldılar. Öncelikle derince bir
çukur açmak isteseler de ellerindeki aletlerle çok da başarılı olamadılar. Yine
de kendi alanlarını işaretlemiş oldular.
Günler
barınaklarını inşa etmekle geldi geçti. Bir haftanın sonunda çukurları iyice
derinleşti. Kendilerine yeni aletler yapmaya başladılar. Öncelikle taşlardan
bıçağa benzer keskin aletler yapıp kalın ağaç dallarıyla bağladılar. Bazı
yapraklardan ipe benzer bir bağ yapmayı başardılar. Artık kalaslara da şekil
verebiliyorlardı. Demir parçaları ateşte iyice ısıtıp onlara da şekil vermeye
başlamışlardı. Kap kacak yapmışlardı. Yiyecek dolu sandığı korumak için toprağı
kazıp kalasla döşemişler ve demir sandığı içine yerleştirmişlerdi. Bu hengâme
ve koşuşturma devam ederken birden Alperen’in aklına bir şey geldi ve bağırdı:
“Ya sahile vurdularsa! Ya sahilde bir şeyler varsa?” Ayşenur’la birlikte hemen
yola koyuldular. Sahile vardıklarında gördüklerine inanamadılar.
Selahattin
kayığı kendine gölgelik yapmış, altında yatıyordu. Utku ise zıpkının ucunda bir
balıkla kayığın durduğu yere doğru geliyordu. Ayşenur koşarak yanlarına geldi.
Kısa süreli bir şaşkınlıktan sonra mutluluktan atılan sevinç naraları ve sarılmalar
görülmeye değerdi. Alperen de hemen koşarak yanlarına geldi. Bir süre sonra
başlarından geçenleri anlatmaya başladı Utku: “Siz ayrıldıktan sonra, Akansel’i
aramak için kayığa binmeden hemen önce birkaç olta ve iki zıpkının olduğu
sandık gözüme çarptı. Hemen içinden bir şeyler aldım. Çok fazla vakit
kalmadığını bildiğim için fazla bir şey kurtaramadım. Bir de yiyecek sandığının
bir tanesi ve giyecek sandığını çözdüm. Denize attım. Giyecek sandığı hızla
gözden kayboldu. Yiyecek sandığı ise demir olduğu için dibe battı. Ardından
Selahattin’e kayığı indirmesini işaret ettim. Ben de sandığın arkasından
atladım. Kayıktaki halatı demir sandığa bağladım. Sonra onu da kayığa çektik.
Üçümüz yol alırken, birden kayık alabora oldu. Ne yapacağımızı bilemedik.
Sandık halatla bağlı olduğu için o dibe çöktükçe kayık da dibe batıyordu.
Halatı kestik. Kayığı düze çıkardık ama yemek sandığından ümidimiz kesilmişti.
Son bir hamle halatı yakalayalım dedik ama nafile.” O sırada Alperen araya
girdi: “Sandıkların ikisi de sizden önce geldi beyler!” İkisi de şaşkın bir
şekilde: “Nasıl olur? Battığını kendi gözlerimizle gördük.” dediler. Neden
sonra şaşkınlık halinde olsa da Utku anlatmaya devam etti: “İşte ondan sonra ne
yapacağımızı bilemedik. Küreklerimiz de gitmişti çünkü. Zıpkın ve oltaları
kayığın oturaklarının altına bağladığım için onlar duruyordu sadece. Önce dedik
ki sırayla denize dalıp kayığı itelim. Sonra ne kadar saçma bir fikir olduğunun
farkına vardık. Susuzluk ve açlık damarlarımıza vurdu iyice. Bir ara
kendimizden geçmişiz. Ayılıp kendimize geldiğimizde sahili görebiliyorduk.
Hemen atladık suya kayığı çekmeye başladık. Son bir ümit sizi buluruz ümidiyle
bütün gücümüzü harcadık. Kıyıya çıktığımızda hiçbir iz göremedik. Susuzluk
iyice başımıza vurmuştu. Kendimi kuma attım ve Selahattin’in filizler diye
bağırmasına döndüm. Bir baktım ki ağaç filizleri. Susuzluğu gidermek için.
Dedim ki bunları bizimkiler bulmuştur. Önce onlarla susuzluğumuzu gidermeye
çalıştık. Sonra kayığı üzerimize gölgelik yaptık. Dinlendik. Derken gücümüzü
toplamak için yemeğe ihtiyacımız olduğunu düşünüp filizlerin verdiği enerjiyle
balık avladım. Şansım yaver gitti. Dalmama bile gerek kalmadı. Resmen yüzeyde
yüzüyordu. Onu yakaladım dönüyordum. Siz geldiniz. İşte bizden bu kadar şimdi
siz anlatın.”
Alperen
de olan biteni anlattıktan sonra, yeni konak alanına doğru hep beraber yol
aldılar. Kübra ve Akansel’le de aynı seremoni yaşandıktan sonra hep beraber
koyuldular inşaat işçiliğine.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder