24 Mart 2020 Salı

Onların Hikayesi - Bölüm 2


Üçüncü günün güneşi doğarken, uykusuz gözlerle, umut dolu bakışlarla çıktılar yola.  İlerlediler. Bir arı kovanına rast geldiler önce. Sonra kovanı nasıl ağaçtan alacaklarına karar verdiler. Türlü türlü olaylardan sonra bir su birikintisine rastladılar ötede. Üçüncü gün epey bereketliydi. Sudan içtiler, baldan yediler güçlerini geri kazanmaya başladılar. Ardından konak alanına döndüler.

Tüm gün planlar yaptılar. Su kaynağının oraya taşınacaklardı. Hayvan avlayabilmek için silah yapacaklardı. Korunaklı bir barınak inşa etmek de öncelikleri arasındaydı. Bu arada arkada kalan arkadaşlarının geleceklerinden emindiler ya da emin olmak istediler. Umutlarını güçlendirdiler ve başladılar çalışmaya. Kübra’yla Akansel yeni konak yerinde bir barınak inşa edeceklerdi. Alperen ile Ayşenur da kıyıdan eşyaları taşıyacaklardı. Karınca gibi çalışıyorlardı. Bu arada kıyıya bir sandık daha vurmuştu. Demirden bir sandıktı. Bir anda mutluluktan havaya uçtular. Çünkü bu kıyıya vuran sandık yiyecekleri sakladıkları sandıklardan birisiydi. Alperen’le Ayşenur sandığı denizin kenarından alıp kıyıya getirdi. Tek sorun sandığı taşımak çok meşakkatli olacaktı. Ayşenur’un aklına bir fikir geldi. Yuvarlanabilecek iki tane kalası demir sandığın altına koyup sandığı ittirerek taşımaya koyuldular.

Demir sandığı gördükleri zaman Akansel’le Kübra da sevinçten havalara uçtu. Resmen savaş kazanmış askerlerin ifadesi vardı hepsinin yüzünde. Alperen’le Ayşenur tekrar sahile döndüler. Geri kalan eşyaları da yavaş yavaş taşıdılar. Bu sırada Kübra’yla Akansel de önce barınağı inşa edecekleri alanın etrafına çukur kazmaya başladılar. Gece olası tehlikelerden korunmak için aldıkları basit bir önlemdi bu. Çukurun arka tarafına da çit örmeyi planladılar. Bir de su ihtiyacı için birikintinin olduğu yerden yokuş aşağı bir kanal yapacaklardı. Böylelikle sürekli su için gidip gelmeleri gerekmeyecekti. Kazdıkları çukur daire şeklinde olacak ve iki büyük ağacı da içine alacaktı. Bu ağaçlar gerektiği zaman gözetleme yapmak için kullanılabilirdi. Ancak ağaçlara tırmanabilen hayvanlardan korunmak adına da bir sistem geliştirmeleri gerekecekti. Ayşenur’la Alperen de Akansel’le Kübra’ya katıldılar. Öncelikle derince bir çukur açmak isteseler de ellerindeki aletlerle çok da başarılı olamadılar. Yine de kendi alanlarını işaretlemiş oldular.                                                            

Günler barınaklarını inşa etmekle geldi geçti. Bir haftanın sonunda çukurları iyice derinleşti. Kendilerine yeni aletler yapmaya başladılar. Öncelikle taşlardan bıçağa benzer keskin aletler yapıp kalın ağaç dallarıyla bağladılar. Bazı yapraklardan ipe benzer bir bağ yapmayı başardılar. Artık kalaslara da şekil verebiliyorlardı. Demir parçaları ateşte iyice ısıtıp onlara da şekil vermeye başlamışlardı. Kap kacak yapmışlardı. Yiyecek dolu sandığı korumak için toprağı kazıp kalasla döşemişler ve demir sandığı içine yerleştirmişlerdi. Bu hengâme ve koşuşturma devam ederken birden Alperen’in aklına bir şey geldi ve bağırdı: “Ya sahile vurdularsa! Ya sahilde bir şeyler varsa?” Ayşenur’la birlikte hemen yola koyuldular. Sahile vardıklarında gördüklerine inanamadılar.            

Selahattin kayığı kendine gölgelik yapmış, altında yatıyordu. Utku ise zıpkının ucunda bir balıkla kayığın durduğu yere doğru geliyordu. Ayşenur koşarak yanlarına geldi. Kısa süreli bir şaşkınlıktan sonra mutluluktan atılan sevinç naraları ve sarılmalar görülmeye değerdi. Alperen de hemen koşarak yanlarına geldi. Bir süre sonra başlarından geçenleri anlatmaya başladı Utku: “Siz ayrıldıktan sonra, Akansel’i aramak için kayığa binmeden hemen önce birkaç olta ve iki zıpkının olduğu sandık gözüme çarptı. Hemen içinden bir şeyler aldım. Çok fazla vakit kalmadığını bildiğim için fazla bir şey kurtaramadım. Bir de yiyecek sandığının bir tanesi ve giyecek sandığını çözdüm. Denize attım. Giyecek sandığı hızla gözden kayboldu. Yiyecek sandığı ise demir olduğu için dibe battı. Ardından Selahattin’e kayığı indirmesini işaret ettim. Ben de sandığın arkasından atladım. Kayıktaki halatı demir sandığa bağladım. Sonra onu da kayığa çektik. Üçümüz yol alırken, birden kayık alabora oldu. Ne yapacağımızı bilemedik. Sandık halatla bağlı olduğu için o dibe çöktükçe kayık da dibe batıyordu. Halatı kestik. Kayığı düze çıkardık ama yemek sandığından ümidimiz kesilmişti. Son bir hamle halatı yakalayalım dedik ama nafile.” O sırada Alperen araya girdi: “Sandıkların ikisi de sizden önce geldi beyler!” İkisi de şaşkın bir şekilde: “Nasıl olur? Battığını kendi gözlerimizle gördük.” dediler. Neden sonra şaşkınlık halinde olsa da Utku anlatmaya devam etti: “İşte ondan sonra ne yapacağımızı bilemedik. Küreklerimiz de gitmişti çünkü. Zıpkın ve oltaları kayığın oturaklarının altına bağladığım için onlar duruyordu sadece. Önce dedik ki sırayla denize dalıp kayığı itelim. Sonra ne kadar saçma bir fikir olduğunun farkına vardık. Susuzluk ve açlık damarlarımıza vurdu iyice. Bir ara kendimizden geçmişiz. Ayılıp kendimize geldiğimizde sahili görebiliyorduk. Hemen atladık suya kayığı çekmeye başladık. Son bir ümit sizi buluruz ümidiyle bütün gücümüzü harcadık. Kıyıya çıktığımızda hiçbir iz göremedik. Susuzluk iyice başımıza vurmuştu. Kendimi kuma attım ve Selahattin’in filizler diye bağırmasına döndüm. Bir baktım ki ağaç filizleri. Susuzluğu gidermek için. Dedim ki bunları bizimkiler bulmuştur. Önce onlarla susuzluğumuzu gidermeye çalıştık. Sonra kayığı üzerimize gölgelik yaptık. Dinlendik. Derken gücümüzü toplamak için yemeğe ihtiyacımız olduğunu düşünüp filizlerin verdiği enerjiyle balık avladım. Şansım yaver gitti. Dalmama bile gerek kalmadı. Resmen yüzeyde yüzüyordu. Onu yakaladım dönüyordum. Siz geldiniz. İşte bizden bu kadar şimdi siz anlatın.”

Alperen de olan biteni anlattıktan sonra, yeni konak alanına doğru hep beraber yol aldılar. Kübra ve Akansel’le de aynı seremoni yaşandıktan sonra hep beraber koyuldular inşaat işçiliğine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder