Adaya vardıklarında,
büyük bir karşılama ekibi kıyıda bekliyordu. Kendileri için olduğunu
düşünmüşlerdi. Ancak Anadolu’dan öğrencilerin geleceği günlerden birisiydi
bugün ve karşılama ekibi o yüzdendi. Gemi de zaten karşılama ekibinin beklediği
büyük limana değil onun biraz daha ötesinde olan küçük bir limana yanaştı. Kıyıya
vardıklarında hemen sedye taşıyan birileri Akansel’i revirden alıp Ezgi’yle
birlikte hastane binasına götürdüler. Ayşenur, Alperen, Utku ve Kübra, Hamza’yı
izleyerek kimsenin olmadığı ama tören alanını gören bir açıklığa geldiler. Hamza
birisine seslendi ve gelen kişi elinde üç tane zarf getirdi. Hamza gelen
zarfları Alperen, Utku ve Kübra’ya takdim etti. Ardından gelen kişiyle beraber
onları ana binaya yolladı.
Ayşenur’sa,
Hamza’nın tören alanında yeni gelen öğrencilerin kabulünü ve getirdikleri evsizlerin
yerleştirilmelerini izlemesini tavsiye etmesi üzerine orada kaldı. Ayşenur ne
yapacağını bilemezken arkasından bir kadın ona yaklaşıp seslendi: “Sen
Ayşenur’sun.” Ayşenur bir an ürktü ve arkasına baktı: “Evet!” dedi. Kadın:
“Merhaba güzelim. Ben Gizem. Abin seni bekliyor beni takip et.” Ayşenur Gizem’i
biraz şüpheyle takip etmeye başladı. Çünkü abisi talimat için gönderdiği zarfta
bunu söylememişti. Yazdığı mektupta da bildirmemişti. Ayşenur şüpheleriyle
birlikte bu kadını bir yerden tanıdığını düşünüyordu. Biraz engebeli yollardan
yürüdükten sonra bir mağara girişine vardılar. Gizem mağaraya girdi. Ayşenur
iyice tedirgin oldu. Hele başına gelen onca olaydan sonra ‘acaba burada da
casuslar mı var?’ diye düşünmeye başladı. Gizem Ayşenur’un takip etmediğini
fark edince şüphelendiğini anlamıştı. Ayşenur’un kulağına yaklaştı: “UBAA gibi
güçlü bir ekip asla yıkılmaz” dedi. Ayşenur bu şifreyi biliyordu. İçi rahatladı
ve Gizem’i takip etmeye tekrar başladı. Mağaranın biraz ötesinde bir çıkıştan
yine engebeli bir dağ yoluna çıktılar. Dağ yolunu da aştıktan sonra adanın en
yüksek yerinde ahşaptan yapılmış bir eve geldiler.
Kapının
önünde Berk Can bekliyordu. Koşarak kardeşine sarıldı. Ayşenur ağlıyordu. Berk
Can da ağlıyordu. O sırada kulübenin kapısı açıldı ve küçük bir kız çocuğu
Gizem’e doğru “Anne!” diye bağırarak koştu. Ayşenur bir an şaşırdı. Berk Can:
“Yeğenine merhaba demek istersin diye düşündüm.” Gizem küçük kızı kucağına
aldı: “Mihrimah annecim bak bu dünyalar güzeli kız senin halan” diye Ayşenur’u
taktim etti. Ayşenur’un gözleri iyice dolmuştu. Mihrimah annesinin kucağından
inip Ayşenur’a doğru paytak adımlarla yürümeye başladı. Ayşenur’un yanına
geldiğinde dizlerine sarıldı ve: “Hala hoş geldin.” dedi bebeksi edasıyla. Ayşenur:
“Hoş buldum halacım.” diyerek sımsıkı sarıldı Mihrimah’a ve öptü kokladı bolca.
Sonra abisine dönüp: “Aynı senin gözlerin ama endamı ve işvesi Gizem ablanın.”
dedi. Berk Can Gizem’e: “Bak görüyor musun asaleti? Beni övecek ama daha yeni
tanıştığı yengesinin de kalbi kırılmasın diye nasıl da kıvırıyor.” Ayşenur: “Ah
abi ah sen yok musun? Ne zaman gördün gerçek dışında konuştuğumu?” Berk Can:
“Şaka yapıyorum şaka. Bilmez miyim senin patavatsız huyunu.” Gülüşmeler havada
uçuştu. Bir tek minik Mihrimah olup bitene anlam veremiyordu ama herkesin
yüzünün gülmesindendir herhalde o da kahkahalarla gülüyordu. Berk Can Gizem’e
dönerek: “Hanım artık Mihrimah’ı içeri götür. Ben de bacımla hasret gidereyim
doyasıya. Konuşacaklarımız var.” Gizem Mihrimah’ı eve götürdü. Berk Can
Ayşenur’a dönüp: “İkiz çocuklarımız olur diye çok bekledim ama olmadı.” dedi.
Abi kardeş yılların verdiği hasretle sarıldılar ve gülüştüler bu sohbete.
Sonra
Berk Can başladı anlatmaya: “Dağları yol ettik bacım. Yolları yıl ettik.
Hasretle tükendik. Bir an olsun hiçbirinizi unutmadım dualarımda. Memleket için
ömür tüketmekteyiz burada ama gönlümüz sizin yanınızda atmakta. Biliyorum çok
fazla soru var kafanda. Bütün cevapları bulacaksın burada. Tabi yanımda kalmayı
kabul edersen…” Ayşenur: “Annemle babam ne olacak abi? Ya oradaki
arkadaşlarım?” Berk Can: “Eğer sen de burada kalmayı kabul edersen annemle
babam buraya getirilecekler. Bundan sonra ömürlerini burada geçirecekler. Orada
çok fazla tehdit altındasınız. Can Hoca’yı Berk Can olarak bilen yok ama yine
de bir gün ortaya çıkacaktır. Düşmanımız çok fazla bacım. Arkadaşlarına
gelince; bazı arkadaşların zaten gösterdiği başarıdan dolayı öğretmenlik
davetiyesi alacaklar. Öğretmen eğitiminden geçtikten sonra bu adada öğretmenlik
yapacaklar. Daha sonra da yavru adalar dediğimiz adalarda kendi eğitim
yuvalarını kuracaklar. Diğerleri ise memlekette kalıp hayatlarına devam
edecekler. Karar senin. Ancak ikindi vakti sana form imzalatmak için
geldiklerinde kesin kararını vermiş olman gerekiyor.” Ayşenur: “Peki burada ne
yapacağım?” Berk Can: “O da senin tercihin. Adanın en önemli kuralı: ‘Burada
hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz.’ kuralıdır. Öncelikle ada
içi eğitimlerden geçeceksin sonra öğretmenlik yapmak istersen öğretmenlik
eğitimi alırsın ya da bilim insanı olarak çalışmak istersen bilim akademisine
gidersin. Yok, ben savaşçı olmak istiyorum adayı koruyacağım diyorsan askerlik
eğitimi alırsın. Bu adada bütün kararlar senin.” Ayşenur: “Peki abi sen burada
ne yapıyorsun?” “Can Hoca’yım işte bacım. Öğretmenlere göre müdürüm.
Öğrencilere göre öğretmenim. Askerlere göre komutanım. Bilim insanlarına göre
sohbet edilebilen nadir dostlardan sırdaşlardan bir tanesiyim. Mihrimah’a göre
de babayım.” gülüştüler. Berk Can devam etti: “Bu arada Selahattin’in durumu
iyi. Burada çok ileri bir teknolojimiz var. Kalp durmadıktan sonra mutlaka her
hastalığa her yaralanmaya bir çözüm buluyor sağlık ekiplerimiz.” Ayşenur:
“Bugün dünyanın en güzel günü herhalde” dedi. Berk Can: “Gün daha yeni
başlıyor. Şimdi eğer formu imzalarsan akşam burada hep birlikte yemek
yiyeceğiz. İmzalamazsan gece geri gönderilen öğrencilerle beraber sen de
Türkiye’ye geri döneceksin.” Ayşenur: “Artık dönüş yok abi.” İki kardeş
manzaraya karşı biraz daha oturdular.
Berk Can eve girdi. Gizem Ayşenur’u tören alanına tekrar götürdü. Tören bitmek
üzereydi. Hamza elinde bir belgeyle Ayşenur’un geldi. Ayşenur belgenin abisinin
bahsettiği form olduğunu anladı ve Hamza’nın açıklama yapmasına gerek duymadan
belgeyi elinden alıp imzaladı. Ancak kararsızlığı ne olmak istediğini seçmesine
izin vermiyordu. Öğretmenlik konusunda becerileri vardı ama o kadar sabırlı
değildi, bilim insanı olsa ne yapacaktı, üniversitede dil ve edebiyat eğitimi
almıştı, bilimle pek ilişkilendirmiyordu. Askerlikse zaten ona göre değildi.
Bir an duraksadı ve kendisini hiç tanımayan Hamza’ya: “Sence neyi tercih
etmeliyim?” diye sordu. Hamza soru karşısında bir an duraksadıktan sonra: “Eğer
Can Hoca’nın anlattığı gibiyseniz kesinlikle bilim insanı olmalısınız” dedi.
Ayşenur da mırıldanarak: “Madem bilim insanı olabileceğime abi inanıyor, hangi
bilimin insanı olacağımla da o uğraşsın” diyerek formu imzaladı. Ancak bilim
insanı olmak için istediği alanı belirteceği yere ‘madem insanı tanıma da o
kadar yeteneklisin sen bul’ yazdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder