29 Mart 2020 Pazar

Onların Hikayesi - 7. Bölüm (Burası İçin Son)


Adaya vardıklarında, büyük bir karşılama ekibi kıyıda bekliyordu. Kendileri için olduğunu düşünmüşlerdi. Ancak Anadolu’dan öğrencilerin geleceği günlerden birisiydi bugün ve karşılama ekibi o yüzdendi. Gemi de zaten karşılama ekibinin beklediği büyük limana değil onun biraz daha ötesinde olan küçük bir limana yanaştı. Kıyıya vardıklarında hemen sedye taşıyan birileri Akansel’i revirden alıp Ezgi’yle birlikte hastane binasına götürdüler. Ayşenur, Alperen, Utku ve Kübra, Hamza’yı izleyerek kimsenin olmadığı ama tören alanını gören bir açıklığa geldiler. Hamza birisine seslendi ve gelen kişi elinde üç tane zarf getirdi. Hamza gelen zarfları Alperen, Utku ve Kübra’ya takdim etti. Ardından gelen kişiyle beraber onları ana binaya yolladı.

Ayşenur’sa, Hamza’nın tören alanında yeni gelen öğrencilerin kabulünü ve getirdikleri evsizlerin yerleştirilmelerini izlemesini tavsiye etmesi üzerine orada kaldı. Ayşenur ne yapacağını bilemezken arkasından bir kadın ona yaklaşıp seslendi: “Sen Ayşenur’sun.” Ayşenur bir an ürktü ve arkasına baktı: “Evet!” dedi. Kadın: “Merhaba güzelim. Ben Gizem. Abin seni bekliyor beni takip et.” Ayşenur Gizem’i biraz şüpheyle takip etmeye başladı. Çünkü abisi talimat için gönderdiği zarfta bunu söylememişti. Yazdığı mektupta da bildirmemişti. Ayşenur şüpheleriyle birlikte bu kadını bir yerden tanıdığını düşünüyordu. Biraz engebeli yollardan yürüdükten sonra bir mağara girişine vardılar. Gizem mağaraya girdi. Ayşenur iyice tedirgin oldu. Hele başına gelen onca olaydan sonra ‘acaba burada da casuslar mı var?’ diye düşünmeye başladı. Gizem Ayşenur’un takip etmediğini fark edince şüphelendiğini anlamıştı. Ayşenur’un kulağına yaklaştı: “UBAA gibi güçlü bir ekip asla yıkılmaz” dedi. Ayşenur bu şifreyi biliyordu. İçi rahatladı ve Gizem’i takip etmeye tekrar başladı. Mağaranın biraz ötesinde bir çıkıştan yine engebeli bir dağ yoluna çıktılar. Dağ yolunu da aştıktan sonra adanın en yüksek yerinde ahşaptan yapılmış bir eve geldiler.

Kapının önünde Berk Can bekliyordu. Koşarak kardeşine sarıldı. Ayşenur ağlıyordu. Berk Can da ağlıyordu. O sırada kulübenin kapısı açıldı ve küçük bir kız çocuğu Gizem’e doğru “Anne!” diye bağırarak koştu. Ayşenur bir an şaşırdı. Berk Can: “Yeğenine merhaba demek istersin diye düşündüm.” Gizem küçük kızı kucağına aldı: “Mihrimah annecim bak bu dünyalar güzeli kız senin halan” diye Ayşenur’u taktim etti. Ayşenur’un gözleri iyice dolmuştu. Mihrimah annesinin kucağından inip Ayşenur’a doğru paytak adımlarla yürümeye başladı. Ayşenur’un yanına geldiğinde dizlerine sarıldı ve: “Hala hoş geldin.” dedi bebeksi edasıyla. Ayşenur: “Hoş buldum halacım.” diyerek sımsıkı sarıldı Mihrimah’a ve öptü kokladı bolca. Sonra abisine dönüp: “Aynı senin gözlerin ama endamı ve işvesi Gizem ablanın.” dedi. Berk Can Gizem’e: “Bak görüyor musun asaleti? Beni övecek ama daha yeni tanıştığı yengesinin de kalbi kırılmasın diye nasıl da kıvırıyor.” Ayşenur: “Ah abi ah sen yok musun? Ne zaman gördün gerçek dışında konuştuğumu?” Berk Can: “Şaka yapıyorum şaka. Bilmez miyim senin patavatsız huyunu.” Gülüşmeler havada uçuştu. Bir tek minik Mihrimah olup bitene anlam veremiyordu ama herkesin yüzünün gülmesindendir herhalde o da kahkahalarla gülüyordu. Berk Can Gizem’e dönerek: “Hanım artık Mihrimah’ı içeri götür. Ben de bacımla hasret gidereyim doyasıya. Konuşacaklarımız var.” Gizem Mihrimah’ı eve götürdü. Berk Can Ayşenur’a dönüp: “İkiz çocuklarımız olur diye çok bekledim ama olmadı.” dedi. Abi kardeş yılların verdiği hasretle sarıldılar ve gülüştüler bu sohbete.

Sonra Berk Can başladı anlatmaya: “Dağları yol ettik bacım. Yolları yıl ettik. Hasretle tükendik. Bir an olsun hiçbirinizi unutmadım dualarımda. Memleket için ömür tüketmekteyiz burada ama gönlümüz sizin yanınızda atmakta. Biliyorum çok fazla soru var kafanda. Bütün cevapları bulacaksın burada. Tabi yanımda kalmayı kabul edersen…” Ayşenur: “Annemle babam ne olacak abi? Ya oradaki arkadaşlarım?” Berk Can: “Eğer sen de burada kalmayı kabul edersen annemle babam buraya getirilecekler. Bundan sonra ömürlerini burada geçirecekler. Orada çok fazla tehdit altındasınız. Can Hoca’yı Berk Can olarak bilen yok ama yine de bir gün ortaya çıkacaktır. Düşmanımız çok fazla bacım. Arkadaşlarına gelince; bazı arkadaşların zaten gösterdiği başarıdan dolayı öğretmenlik davetiyesi alacaklar. Öğretmen eğitiminden geçtikten sonra bu adada öğretmenlik yapacaklar. Daha sonra da yavru adalar dediğimiz adalarda kendi eğitim yuvalarını kuracaklar. Diğerleri ise memlekette kalıp hayatlarına devam edecekler. Karar senin. Ancak ikindi vakti sana form imzalatmak için geldiklerinde kesin kararını vermiş olman gerekiyor.” Ayşenur: “Peki burada ne yapacağım?” Berk Can: “O da senin tercihin. Adanın en önemli kuralı: ‘Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz.’ kuralıdır. Öncelikle ada içi eğitimlerden geçeceksin sonra öğretmenlik yapmak istersen öğretmenlik eğitimi alırsın ya da bilim insanı olarak çalışmak istersen bilim akademisine gidersin. Yok, ben savaşçı olmak istiyorum adayı koruyacağım diyorsan askerlik eğitimi alırsın. Bu adada bütün kararlar senin.” Ayşenur: “Peki abi sen burada ne yapıyorsun?” “Can Hoca’yım işte bacım. Öğretmenlere göre müdürüm. Öğrencilere göre öğretmenim. Askerlere göre komutanım. Bilim insanlarına göre sohbet edilebilen nadir dostlardan sırdaşlardan bir tanesiyim. Mihrimah’a göre de babayım.” gülüştüler. Berk Can devam etti: “Bu arada Selahattin’in durumu iyi. Burada çok ileri bir teknolojimiz var. Kalp durmadıktan sonra mutlaka her hastalığa her yaralanmaya bir çözüm buluyor sağlık ekiplerimiz.” Ayşenur: “Bugün dünyanın en güzel günü herhalde” dedi. Berk Can: “Gün daha yeni başlıyor. Şimdi eğer formu imzalarsan akşam burada hep birlikte yemek yiyeceğiz. İmzalamazsan gece geri gönderilen öğrencilerle beraber sen de Türkiye’ye geri döneceksin.” Ayşenur: “Artık dönüş yok abi.” İki kardeş manzaraya karşı biraz daha oturdular.

Berk Can eve girdi. Gizem Ayşenur’u tören alanına tekrar götürdü. Tören bitmek üzereydi. Hamza elinde bir belgeyle Ayşenur’un geldi. Ayşenur belgenin abisinin bahsettiği form olduğunu anladı ve Hamza’nın açıklama yapmasına gerek duymadan belgeyi elinden alıp imzaladı. Ancak kararsızlığı ne olmak istediğini seçmesine izin vermiyordu. Öğretmenlik konusunda becerileri vardı ama o kadar sabırlı değildi, bilim insanı olsa ne yapacaktı, üniversitede dil ve edebiyat eğitimi almıştı, bilimle pek ilişkilendirmiyordu. Askerlikse zaten ona göre değildi. Bir an duraksadı ve kendisini hiç tanımayan Hamza’ya: “Sence neyi tercih etmeliyim?” diye sordu. Hamza soru karşısında bir an duraksadıktan sonra: “Eğer Can Hoca’nın anlattığı gibiyseniz kesinlikle bilim insanı olmalısınız” dedi. Ayşenur da mırıldanarak: “Madem bilim insanı olabileceğime abi inanıyor, hangi bilimin insanı olacağımla da o uğraşsın” diyerek formu imzaladı. Ancak bilim insanı olmak için istediği alanı belirteceği yere ‘madem insanı tanıma da o kadar yeteneklisin sen bul’ yazdı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder