Yolcunun yoldan çıktığı
vakitlerde, gittiği yöne -her şeye rağmen- yine de yol denir mi? Yoksa yoldan çıkan
artık yolcu değil midir?
Vakitleri birbirine karıştırdığımız
o eşsiz boşluk zamanlarına hepiniz hoş geldiniz. Çalışanlar dahi işlerinden sıkılmış
bunalmış haldeler. Çalışmayanlarsa yan gelip keyif çatıyor… Şaka şaka, onlar
daha çok bunalmış durumdalar. En azından çalışanlar sıkılmaları karşılığında duygusal
bir kazanım elde ediyorlar. Bu zamanın duygusallığı meta ile kendini ifade etme
fırsatı bulduğu için tüm duygularımız bir parça kâğıt üzerine basılmış birkaç rakam
ve belli başlı resimler (Yunus Emre resmi gibi) ile ortaya çıkıyor.
Kalabalık sınırların tüketildiği,
insanın hayvanca yaşamayı uygar bulduğu, nüfusu bir yandan artırmaya çalışırken
bir yanda kıyımların hatta soykırımların yaşandığı “aşkla” dolu liberal
dünyamıza hepiniz hoş geldiniz. Hepimiz
işimizin ehli olduk hem de yattığımız yerden. Bir de ehliyetlerimizle duygusal
tatminimizi yaşıyoruz. Oh ne ala dünya… Bir de tabi insanların duygularını
sömürenler var da neyse.
Yattığımız yerden üretmeyi sadece
hayal ederek çalışma imkânı bulamayınca devlete laf etmeyi kutlu bir yol
sayanların büyük çoğunluğu oluşturduğu dünyamıza hoş geldiniz. Burada bir de
hazzına başka hiçbir şekilde erişilemeyeceğini düşündüğüm bir cümle var: “Devlet
bize bakmıyor yha!” Lakin aynı çağdaş insancığımızın bir başka cümlesi de “Devlet
sürekli bizi gözetliyormuş, her şeyimiz kayıt altındaymış…” olabiliyor. Bak sen
şu koca devlete sana bakacak parası yok ama her an seni gözetleyip kayıt altına
alıyor (Şimdi cağnım ülkemin candan ötesi halkının ironi anlama seviyesini
hesaba katarak burada şunu belirtmeliyim ki son cümlem ironi içeriyor. İroni…).
Kulağımda çınlayan bazı sesler var bu paragrafa dair: “Ama efendim bizim
vergilerimizle…”, “Suriyelilere her şey bedavaymış…”, “Kaz dağlarında altın
aramasına izin de verilir miymiş..?” “Çin çin çon çin çon” (okey taşı sesleri, çay
bardağı sesleri vs.)
Arkadan konuşmanın kibarlık,
gerçekleri yüz yüze söylemenin kabalık sayıldığı her ürünün olduğu gibi hislerimizi
de plastik kaplarda ikram ettiğimiz, çamaşır suyuyla aklayıp pakladığımız
dünyamıza hoş geldiniz. Yeni şiarımız son dönemin en çok sevilen Mutasavvıfının
cümlesinden uyarlanarak söylenebilir: “Ya göründüğün gibi olma ya olduğun gibi
görünme” (İroni).
Gecelerimiz aydınlık olsun diye
her yere sokak lambası koyup yıldızları görmek için yine en karanlık yerlere
gitmeye çalıştığımız dünyamıza hoş geldiniz.
Doğayı katledip (- biz yapmadık
efendim, hep devlet devlet… Heee devlet, senin sürekli farklı evlerde oturma
hırsını körükleyen, o arabayı da alayım, buna da bineyim kafasına büründüren.
AAA telefonum burada çekmiyor amaa yaa o kadar da vergi ödüyorum, para
veriyorum dedirten... Neyse sakinim.) doğal yaşamaya dönmek için şimdi yapıları
katletmeye çalıştığımız o güzel zamanlara hoş geldiniz.
Birbirini öldüresiye sevmenin gerçek
manasını yaşatan çağdaş medeniyetlerimize hoş geldiniz. Dünyayı da öldüresiye sevdiğimizden zaten
bunca hırpaladık.
Amma da söylendin ha… Dinimizin
diyanetimizin sadece dilimize sirayet ettiği o güzel zamanlar işte … Hepimiz
söyleniyoruz. Hepimiz şikâyet halindeyiz. Sorsanız hepimiz çözümleri de
biliyoruz. Hadi harekete geçirelim. Çözümlerimize vücut giydirelim … Yok yok şaka yaptım oturduğumuz yerden,
kendimize hiç bakmadan her şeyi dilediğimizce eleştirmeye devam.
Bir yazı boyunca laf edip de
şimdi eleştirmeyi eleştirmek de pek olmadı ama siz idare ediverin bu
kardeşinizi, o kadar da hatırımız olsun cağnıım.
Kucak dolusu dünya barışıyla
selamlıyorum sizleri… Hoş geldiniz, efendiler!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder